TÜRKİYE ve YUNANİSTAN NÜFUS MÜBADELESİ EKONOMİK AÇIDAN BAKIŞ
Yazar : Mehmet Mihri Belli
Yayıncı : Belge Uluslararası Yayıncılık
İngilizce’den Çeviren : Müfide Pekin
Kapak Tasarım : Ayrıntı Tasarım
Ebat : 13.5 x 19.5 cm
Sayfa sayısı : 112 sayfa
İç kağıt : 80 gr.2 Hamur
Dil : Türkçe
Matbaa : Kayhan Matbaası
Baskı tarihi : Eylül 2004, İstanbul
ISBN : 975-344-312-9
“Türkiye ve Yunanistan, kendi ülkelerinin yurttaşlarını, onların isteyip istemediğine asla sormadan, din esası üzerinde mübadele etti. Birçokları gittikleri ülkenin dilini bile bilmiyordu ve çok farklı iklim ve kültür ortamlarında buluverdiler kendilerini. Mihri Belli, 1940 yılında, Missouri Üniversitesi’nde okurken, tez (yüksek lisans) konusu olarak bu konuyu seçti ve sıcağı sıcağına bir araştırma yaptı. Mübadele konusunun ilk kez anılmaya başladığı 1990’lardan tam yarım yüzyıl önce…” Ragıp Zarakolu. (Arka kapak yazısından)
MEHMET ALİ GÖKAÇTI’NIN YAZISI
TÜRKİYE – YUNANİSTAN NÜFUS MÜBADELESİ
Nüfus mübadelesini yaşayan birinci kuşak göçmenler için bütün bu olan biten, hayatlarında köklü değişikliklere, hatta yıkımlara yol açmış olsa da, geride bırakılması gereken, bir şekilde aşılması gereken olaylar zincirinden ibaretti. İkinci kuşaklarda ise, mübadil olmak milliyetçi yanı daha ağır basan bir söylem eşliğinde göçmenlerin kendi kökenlerine yönelik bir aidiyet aracı ya da kimlik olmaktan öteye gidemedi. Yunanistan’ın askeri, siyasi ve sosyal anlamda Anadolu topraklarında yaşatma şansının kalmadığını Helenizm’in, kültürel bağlamda da olsa yaşatılmasını sağlamak amacıyla Anadolu’dan gelen göçmenlere yönelik olarak başlattığı bir çalışmanın benzeri de, bizde hiçbir zaman yapılmadı. Göçmenlerin anılarının kayıt altına alınması ve en azından geçmişin kültürel bağlarla da olsa geleceğe aktarımını esas alan bir çalışma, Yunanistan’da olduğu gibi buralarda yapılamadı. Ya da bu konuda bir niyet ve vizyon olmadığından ötürü belki de gereksiz bile görülerek yapılmadı. Ancak olayın üzerinden seksen yıllık bir zaman dilimi akıp gittikten sonra üçüncü ve dördüncü kuşaklarda biraz da romantik bir yaklaşımla ortaya çıkan kökenleri araştırma ve öğrenme merakı, beraberinde hiç şüphesiz ki mübadele ile ilgili çalışmaların sayında da bir artışa neden oldu. Ve buna bağlı olarak, kimisi hayattaki mübadillerin anlattıklarına dayanan anı kitapları şeklinde, kimisi de konuya değişik boyutlarından yaklaşan ve değerlendiren araştırmalar şeklindeki birçok kitap okuyucusuyla buluştu. Ancak bu konuda asıl sevindirici olan husus, bugünlere değin neredeyse mübadele konusuna sırtını çevirmiş durumdaki üniversitelerin de yüksek lisans ve doktora öğrencilerini bu konuya yönlendirerek, araştırmalara akademik bir boyut kazandırmak için harekete geçmiş olmalarıydı. İşte Türkiye’de henüz yeni yeni başlayan bu akademik çalışmaların bir anlamda öncüsü durumundaki bir çalışma, bir hayli gecikerek de olsa nihayet Türk okuru ile buluşuyor. Evet, hayatı ulusal ve uluslararası toplumsal mücadeleler içinde geçmiş, hapisler ve sürgünler ile çevrelenmiş bir adamın; Mihri Belli’nin Missisipi Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde 1940 yılında verdiği yüksek lisans tezinin çevirisi artık Türkçe’de.
Mübadelenin açtığı yaralar Bizzat Mihri Belli’nin kendisinin de ifade ettiği gibi muhtemelen yıllar önce bir polis baskını esnasında evinden alınan ve bir daha kendisinin de bulamadığı tezinin, yıllar sonra Lozan Mübadilleri Vakfının da ön ayak olmasıyla çevirisinin yapılması ve yayımlanmasıyla bu konudaki önemli bir boşluk daha doldurulmuş oluyor. Özellikle de, mübadelenin daha çok siyasi ve sebep olduğu kültürel travmalar boyutuyla ele alınmakta olduğu, buna karşılık her iki ülkedeki ekonomik sonuçlarının ve bunun sebep olduğu sosyal yansımalarının genellikle göz ardı edildiği dikkate alınırsa, Belli’nin çalışmasının önemi bir kat daha ortaya çıkacaktır. Hele araştırmanın yapıldığı dönem, yani 30’lu yılların sonlarında henüz mübadelenin sebep olduğu yaraların tam anlamıyla kapanmamış olduğu ve dünyanın koşar adım yeni bir bunalıma doğruda yol aldığı göz önüne alınırsa, bu çalışmanın içeriği ve konuya yaklaşımdaki metodolojinin hangi ölçütler bağlamında belirlendiği daha kolay anlaşılacaktır. Belli’nin göçmenlerin malvarlığı, tasfiye işlemleri, iskan, konut, kamu hizmetleri, göçmenlerin intibak sorunlarının yanısıra bütün bu sürecin mali boyutları gibi önemli konu başlıkları altında incelediği bu kitap, Yunan ve Türk mübadillerin göç edişleri ve iskanlarını da ayrı ayrı ele alarak, konunun her iki kesim açısından mukayese edilmesine de imkan sağlıyor. Elbette konuyu aydınlatacak ve daha anlaşılır kılacak tarzdaki sayısal değerleri de beraberinde sunarak. Mihri Belli tezinin sonuç kısmında ise mübadelenin ya da uluslar arası hukuka uygun hale getirilmiş bu etnik temizlik projesinin ne getirip, ne götürdüğünü de tartışmaya açıyor. Ve kimi çevrelerde sıklıkla dile getirildiği gibi mübadelenin azınlıklar sorununu çözmekten, homojen ulusal yapılar oluşturulmasına değin dile getirilen olumlu sonuçlarının aslında gerçeği yansıtmadığını dile getirerek, tam da bu noktada çarpıcı bir tespit yapıyor. “Bir azınlığın doğduğu toprakları terk etmek zorunda bırakılması, azınlıkların korunması sorununu çözmez, aksine bu sorunu en üst noktalara taşır.” Nüfus mübadelesini bundan yarım asır önce ekonomik boyutuyla masaya yatıran ve inceleyen bu tez, hem ele aldığı konu, hem de konuyu ele alışındaki yaklaşımıyla hiç şüphesiz ki, önemli bir boşluğu dolduruyor. Ancak konuyu ele alırken, yapılan modelleme dolayısıyla cumhuriyet öncesi dönemin derinlik içermeyen bir bakış açısıyla değerlendirilmesi sonucu neredeyse olan biten her şeyin faturasının Osmanlı dönemine çıkarılması ise, bu kitabın en tartışmalı yanını oluşturuyor.
GENE “MÜBADELE” ÜZERİNE
Mihri Belli
24 Aralık tarihli “Radikal”’in Kitap ekinde Mehmet Ali Göraçtı’nın “Mübadele’ye Mihri Belli Bakışı” başlıklı yazısı yayınlandı. Değerli bir inceleme. Ama gene de bir iki noktaya değinmeden geçmiyelim. Benim yüksek lisans (Masters) aldığım üniversite Missouri Üniversitesidir, Mississippi değil.
İncelemenin sonunda tezin yazarını hedef alan bir eleştiri var.Üzerinde de kısaca duralım. Şöyle deniyor: “Bu tez…. şüphesiz ki bir boşluğu dolduduruyor.Ancak konuyu ele alırken yapılan modelleme dolayısıyla cuhuriyet öncesi dönemin derinlik içermeyen bir bakış açısıyla değerlendirilimesi sonucu neredeyse olan biten herşeyin faturasını Osmanlı dönemine çıkarılması ise bu kitabın en tartışmalı yanını oluşturuyor.”
Yazarın eleştirisi tüm haksız sayılmaz. Kendisini bu yargıya vardıran cümleler buraya alıyorum: “….Rum azınlığın yabancı eperyalist işgalcilerin ajanlığını yapmak gibi alçakca bir rol üstlendiği doğrudur. Fakat bunu yıllarca baskı altında tutan teokratik emperyal Osmanlı İmparatorluğuna karşı duydukları nefretin yarattığı umutsuzluk içinde yapmışlardır. Türk ihtilali de işte ayni kötülük kaynağına karşı yapılmıştır. Rum azılığın, o zaman olduğu gibi bugün de, Türkiyenin ilerici güçleriyle çıkarları paraleldir. “
Bu satırları yazan şahıs 24 yaşındadır. 1936’dan beri, ömrünün son dört yılını yurt dışında geçirmiştir. Vatan hasreti nedir bilir. Sosyalist literatürün belli başlı yapıtlarını okumuştur ama, Türk tarihi bilgisi lisede öğretilenlerle sınırlıdır.Bu havada olan bir kimseden “derinliği olan” kusursuz bir değerlendirme beklemek aşırı iyimserlik olmuyor mu? Ayni konuyu bugün yazsaydım herhalde Enkizisyonu tanımamış olan Saint Bartelemy gecelerini yaşamamış bulunan Osmanlı toplumunu Batı ile kıyaslarken bu farka işaret etmeden geçmezdim. Bu satırları gözden geçirmeyi düşünmedim değil. Ama doğru hareketin, tezi olduğu gibi bırakmak olduğuna karar verdim.
Bununla birlikte söz konusu tezin yazarı, “Önsöz”, “Tarihsel Arka Plan” ve “Sonuç” bölümlerinde açıklandığı gibi, Osmanlı toplumunda, Orta Çağ Avrupasından farklı olarak, resmi din dışındaki dinler için bir hoşgörünün egemen olduğunu ve bu yüzden gelişen bujuvazinin büyük kesiminin gayri-müslimlerden oluştuğunu yani köylülük kitlesiyle ayrı dinden olduğunu ve anti-feodal ittifakın kurulmasının bu yüzden zorlaştığını görebilecek kadar empoze edilen kalıplar dışında düşünme yeteneğine sahip bulunuyor.
Tezde Osmanlı toplumunun niçin bir burjuva demokratik devrimi, demokratik devrimler çağında yapamadığı sorusuna yanıt ararken savunulan baslıca görüş budur. Gökaçtı’nın bu konuya hiç değinmemiş olmasını bir eksiklik sayıyoruz.Tartışmamız gereken başlıca konu bu olmalıydı.
26 Aralık 2004
“Mübadele Tezi” 65 Yıl Sonra Kitap Oldu
Kaynak : Beyoğlu Gazetesi / Celal BAŞLANGIÇ
Lozan Mübadilleri Vakfı Genel Sekreteri Sefer Güvenç, yazar Mihri Belli’yi arıyor telefonla; “Sizin mübadele üzerine İngilizce bir çalışmanız var. Yunanlılarda bu konuyu işleyen çok. Türk olarak bir tek siz varsınız. Biz İngilizce metni Türkçe’ye çevirtmek istiyoruz ve bir önsöz yazmanızı. Bunun için sizin onayınızı almak istiyoruz.”
Önce kendisinden tezin bir nüshasını istediklerini sanıyor Belli. Ama elinde söz konusu tez yok. “Kim bilir hangi polis baskınında alıp götürülmüştü” diye düşünerek yanıtlıyor Güvenç’i:
“Bende tez yok.”
“Bizde var” diyor Güvenç, “Size de bir kopyasını sunacağız.
Güvenç, Belli ile buluştuklarında tezinin bir örneğini veriyor. Böylece 1940’ta yazdığı teze yıllar sonra kavuşmuş oluyor Belli.
Kitaba kaynak olan tezin adı “Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi/Ekonomik Açıdan Bir Bakış.”
Güvenç tezi ortaya çıkararak nasıl bir işlevi de yerine getirdiklerini aktarıyor:
“Mihri Belli’nin, Mübadele üzerine tezinin Missouri Üniversitesi’nde olduğunu öğrendik. Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) doktora yapan bir öğrenciyi üniversitenin kütüphanesine gönderdik. 1940’da verilmiş tez orada duruyordu.
Yunanistan tarafında mübadele ile ilgili çalışmalar 1930’lu yıllarda başlıyor. Türkiye tarafında ise son zamanlara kadar yapılmış ciddi bir çalışma yoktu. Bu açıdan Mihri Belli’nin tezi bir ilk özelliği taşıyor.
Yunanistan tarafında çalışmalar erken başlamış ama yakın zamana kadar onlarınki de tek yanlıydı. İki yanlı bakmıyorlardı meseleye. Yalnızca ‘Küçük Asya felaketi’ olarak vardı kafalarında. Oysa mübadele iki yanlı bir olaydı. Lozan Mübadilleri Vakfı meselenin iki yanlı olduğunu Yunan tarafına da anlatmayı sürdürüyor. Bakışlarını mümkün olduğunca değiştiriyoruz.”
Vakfın Başkan Yardımcısı Müfide Pekin’in Türkçe’ye çevirdiği tezin ilk bölümünde Rumların Türkiye’den göçünün 1912 Balkan Savaşı’yla başladığı ve bu tarihten sora sürekli olarak yaşandığının altı çiziliyor.
Göç, ilk olarak 1914-1915 yıllarında Jön Türklerin Ege kıyılarını askeri nedenlerle Türkleştirme politikasının bir sonucu olarak en üst noktasına ulaşmış, daha sonra 1922-23’de, Yunan ordularının Anadolu’da felaketle sonuçlanan yenilgileri sonunda bir kez daha çok büyük boyutlarda yaşanmış.
Terk ettikleri ülkenin ekonomik yaşamında önemli bir rol oynayan Rumları Mihri Belli, “Mallarının büyük bir bölümünü geride bırakarak muzaffer bir ordunun önünden kaçmaya çalışan insanlardı” diye anlatıyor.
Belli’ye göre, Türkiye ile Yunanistan hükümetleri arasında imzalanan zorunlu nüfus mübadelesi anlaşmasından önce 1912-1913 yıllarında Türkiye’den göç eden Rumların sayısı yaklaşık olarak 1 milyon 100 bin kişi. Lozan Anlaşması öncesinde Yunanistan’dan 1912’deki Balkan Savaşı sonrasında Türkiye’ye göç eden Müslüman Türkler 10 bin dolayında. Gelenlerin büyük çoğunluğu memurlar, çeşitli meslek erbabı ve toprak sahibi kişiler. 1914 yılında yaklaşık 115 bin Müslüman Türk’ün Yunanistan’dan ayrıldığı tahmin ediliyor.
1922’den sonra Türkiye’den Yunanistan’a göçen Rumların sayısı yaklaşık 1 milyon 70 bin. O sıralarda Yunanistan nüfusunun yaklaşık 6 milyon olduğu düşünülürse, bunun ülkede nasıl bir çalkantıya yol açtığı ortaya çıkar.
Mübadele Anlaşması’ndan sonra Yunanistan’dan Türkiye’ye gelen Müslüman Türk sayısı da 389 bin. Türkiye’nin nüfusu o yıllarda 14 milyon dolayında.
İki tarafın insanları da sancılı bir süreç yaşar. Mübadele işini yürütmek için bir karma komisyon kurulur. Ancak bu sorunları çözmede etkisiz kalır.
Anlaşmaya göre Türk topraklarında yerleşmiş Rum Ortodoks dininden Türk uyruklularla Yunan topraklarında yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyruklular “mübadeleye tabi olacak ahali”ydi. Batı Trakya Türkleri ile İstanbul Rumları bu sözleşmenin dışında bırakılmıştı.
Mübadelenin ana kriteri, ne ırk ne de dildi. Sadece dindi. Gerisini Mihri Belli aktarıyor:
“Batı Trakya’da yaşayan Müslümanların büyük bölümü sadece Yunanca konuşmaktaydı, buna karşılık Anadolu’da yaşayan birçok Rum için de Yunanca bir yabancı dildi. Irka dayalı bir kriter koymak da aynı derecede anlamsız ve uygunsuz olurdu.
Bulgaristan, Yunanistan ve Türkiye’deki azınlıkların mübadelesi üzerine yaptığı (biraz Yunan milli şovenizminin kokusu sinmiş de olsa yine de olağanüstü bir kitap olan) kapsamlı çalışmasında, Stephen P. Ladas şöyle demektedir:
‘Yunanistan’da Müslüman nüfusun oldukça büyük bir kesimi Yunanca konuşmakta olup bunların Anadolu’nun bağrındaki Müslümanlarla ortak bir yanı yoktur. Öte yandan, Anadolu’nun birçok yöresinde yaşayan Rumlar, Türkçe konuşmaktaydı ve hiçbir şekilde tek bir ırka mensup değillerdi.’
Yazarın kendisi de, daha sonra Müslüman dininden Yunan uyrukluların yerleştirildiği, Türkiye’de bir küçük kasabada, nüfusun büyük çoğunluğunu Türk uyruklu Rum Ortodoksların oluşturduğu dönemde doğup yetişmişti. Bu kasabada mübadeleden önce muhtarlık seçimleri için propaganda kampanyası Türkçe yürütülüyordu. Mübadeleden sonra bu kampanyalarda Yunanca konuşulması zorunluluk haline geldi, çünkü artık dinleyenlerin büyük çoğunluğu Türkçe bilmiyordu.
Ne var ki, mübadelenin esas nedenlerinin dinsel hoşgörüsüzlük olduğunu söylemek büyük bir yanılgı olacaktır. Ayrım kriteri olarak din kullanılmış olsa da, mübadeleye yol açan esas neden, her iki ülkede de var olan milli, şoven uzlaşmaz çelişkilerdir.”
Belli’nin tezine göre göçün örgütlenmesi düzenli ve yeterli olmaktan çok uzaktı. Yunanistan’da hali hazırda çok büyük sayıda göçmen bulunduğundan, bunlara yer açılması amacıyla Türk azınlığı yola çıkarma işlemlerine hız verildi. Ayrılanların yerine yeni gelenleri yerleştirme yöntemi hemen uygulamaya sokulmadı. Birçok yerde haksız uygulamalar yapıldı. Gidecek olanlar boşaltma tarihinden önce evlerinden çıkartıldılar. Türk tarafında da işler pek parlak yürümüyordu. Rumların ayrılması aceleye getirildi yada ertelendi. Anadolu’dan ayrılmak üzere limanlara yığılan sayısız Rum, o tarihte artık mallarına el konulmuş olan köylerine geri dönmeye zorlandılar.
Limanlarda tahliye gemilerine binmek için uzun bekleyişler oluyordu, gemiler gecikiyordu. Mübadillerden şansı yaver gidenler bazı kamu binalarında ve çadırlarda barınma imkanı buldular. Yola koyulanlar açlıkla, soğukla ve hastalıkla savaşmak zorunda kalıyordu.
Tezinin sonuç bölümünde Belli öncelikle “Herhangi bir nüfus göçü projesinin, göçe maruz bırakılan insanların mülkiyet hakkını çiğnemeden yürütülmesinin mümkün olmadığını açıkça ortaya koymuştur” saptamasını yapıyor.
Belli’nin tezinde zorunlu göçün getirdiği iki önemli ekonomik sonuç da yer alıyor.
Birincisi Mübadelenin değiş tokuş edilen kişiler üzerinde doğrudan etkisi olmuştur. Bu kişiler çok büyük sıkıntılar çekmişlerdir.
İkincisi, mübadele söz konusu olan her iki ülkede çoğunluğu teşkil eden nüfus üzerinde de etkili olmuştur. Bu etkinin iki yönü vardır. Bunların birincisi göçün kendisinin ve göçmen iskanının maliyetinin tüm halk tarafından kolektif olarak yüklenilmiş olmasıdır. Diğeri ise göçün söz konusu her iki ülkede de ekonomik uyum sorunları yaratmış olmasıdır.
Türkiye mübadeleyle çok önemli bir ekonomik gücü elinde tutan nüfusun bir bölümünü kaybetmiştir. Bunun gözle görülür sonuçlarından biri, Anadolu’nun ve Trakya’nın her yerinde göze çarpan, her biri bir zamanlar zengin ticaret merkezleri olan hayalet şehir ve kasabalardır.
Yunanistan’da şehirlerde, kentli nüfusun üretkenliğini aşağıya çeken bir nüfus patlamasıyla karşı karşıya kalmıştır. Yunanistan’da göçmenlerin şehirlere akmasıyla varoşların giderek yayılması, mübadelenin çirkin yüzlü sonuçlarından bir diğeridir.
Mihri Belli’nin tezinden kaynaklanan kitabın ortaya çıkardığı iki önemli gerçek var. Birincisi 40’lı yıllarda, hiç kimsenin Türkiye’de tartışma gereği bile duymadığı konuyu Mihri Belli’nin ABD’deki bir üniversitede tez çalışmasına dönüştürmesi ve o tarihlerdeki görüşlerinin bu güne taşınan sağlam unsurlar içermesi.
İkincisi de Lozan Mübadilleri Vakfı’nın, 65 yıldır unutulmuş bu tezi ABD’deki üniversitenin mikrofilm arşivinden bulup gün ışığına çıkartması.
İnsanların ve toplumların belleği sıcağı sıcağına yaşanan günlerde ‘nisyan ile malul’ sanılabilir. Ama yaşamın ve tarihin belleği asla unutmuyor.