LOZAN MÜBADİLLERİ VAKFI’YLA GİRİT’TE ÜÇ GÜZEL GÜN
Türkiye’de mübadele ve mübadil deyince adı mutlaka hatırlanan;bu konuda ülkemin öncü ve yüzakı sivil toplum kuruluşu Lozan Mübadilleri Vakfı’yla (LMV) 25-28 Ekim 2014’de çıktığımız Girit yolculuğunun izlenimleri ekte. Bu yolculukta da yeni bilgiler ve arkadaşlıklar edindik. Bize üç gece dört Girit’i teneffüs ettiren LMV Başkanı Ümit İşler’le LMV Genel Sekreteri Sefer Güvenç’e teşekkür ederiz. Bir teşekkür de yolculuk boyunca bizi bilgilendiren, sorularımıza bıkmadan yanıt veren Sula Aslanoğlu, Hasan İsmail, Yorgos Papadopoulos ve LMV’nin Yunanistan Temsilcisi Tanaş Çimbis’e. Sağolsunlar…
“ADA VATAN” ÇAĞIRINCA
İSKENDER ÖZSOY
Yıllardır düşlüyordum Girit’e gitmeyi.
Ha bu yıl, ha gelecek yıl derken, karar verdiğimden bu yana 15 yıl geçmiş.
“Yok bu böyle olmaz deyip.” çağrısına uyarak Girit’e; Girit araştırmalarına yıllarını vermiş Adıyeke (*) çiftinin çok anlamlı yakıştırmasıyla “ada vatan”a gittim sonunda.
Elbette Türkiye’de mübadillerin önder örgütü Lozan Mübadilleri Vakfı’nın (LMV) değerli yöneticileri; başkan Ümit İşler ve genel sekreter Sefer Güvenç’in öncülüğünde.
25 Ekim 2014 Cumartesi sabah İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı’nda rehber arkadaşlarımız Hasan İsmail ve Sula Aslanoğlu’yla buluşup diğer Giritli ve Girit sevdalılarıyla birlikte göz açıp kapayana kadar kendimizi Heraklion’da (Kandiye) Nikos Kazancakis Havaalanı’nda bulduk.
Kandiye’de bizi LMV’nin Yunanistan temsilcisi Tanaş Çimbis karşıladı. Daha sonra aramıza Girit’in Türkçe bilen tek rehberi Kayseri mübadili Georgios Papadopoulos da katılınca adayı gezmek için her şey tamamdı.
Biz de öyle yaptık ve üç gün dört gece sürecek Girit turumuza adanın doğusundaki turistik Elounda kasabasından başladık. Elounda’dan tekneyle 1903 yılına kadar denizci Türk ailelerin yaşadığı sonrasında da 1954 yılına kadar bir cüzzam kolonisi olarak kullanılan Venedik surlarıyla çevrelenmiş Spinalonga Adası’nı gezdik.
O yıllarda adaya getirilen 700 cüzzamlıdan 600’ü ölmüş. 30’u tedaviye cevap vermiş, 16’sı kaçmış. Adada evlenenler de olmuş, bu evliliklerden 46 çocuk doğmuş, 30’u ölmüş. Bir okulla iki kilise ve bir camisi olan bu adanın karayla tek bağlantısını yiyecek, ilaç ve mektup getiren bir kayıkçı sağlamış.
Adanın hüzünlü öyküsünü geride bırakarak Elounda’ya dönüp Girit mutfağının özgün tatlarıyla güzel bir öğle yedikten sonra adanın doğu kapısı Agios Nikolaos’a giderek bir zamanlar göl olan ancak denizle birleştirildiği için koy haline gelen göl kıyısında yorgunluk kahvelerimizi içip ilk gecemizi geçireceğimiz Kandiye’ye döndük.
GÜN DOĞARKEN KANDİYE
İkinci gün, henüz gün doğmadan vurdum kendimi Kandiye sokaklarına ve doğru limana indim.
Niyetim gün doğumunu yakalamaktı.
Ve öyle de oldu.
Venedik limanını, Venedik tersanelerini ve Osmanlı su kulesini gördükten sonra otele dönüş yolundaki Fazıl Ahmed Paşa Camii’ne (Vezir Camii) uğradım. Bu cami Agios Titos Katolik Kilisesi iken 1669’da Osmanlılar tarafından camiye çevrilmiş. Cami, mübadeleden sonra Agios Titos adıyla Ortodoks kilisesine çevrilmiş ve minaresi yıkılmış.
Otelde kahvaltıdan sonra bu kez rehberimiz Georgios Papadopoulos’la kenti gezmeye çıktık.
Kandiye, İkinci Dünya Savaşı’nda Almanlar tarafından bombalandığı için kentte fazla Osmanlı eseri yok.
İlk dikkatimizi çeken Eleftherias Meydanı’na, eski adıyla Triskamaras Meydanı’na bakan valilik binasıyla yan sokağındaki bir zamanlar kışla olarak kullanılan üç bina oluyor. Bu binalarda bugün adliye var. Sonra sırasıyla Şeriat Mahkemesi binası, İkinci Dünya Savaşı’nda bombalandığı için yıkılan Valide Sultan Camii’nin önünde 1672 yılında yapılmış sebil, bu sebil Kandiye’de ayakta kalan tek Osmanlı eseri, sebilin hemen yanındaki Benbos Çeşmesi ve Girit destanı Erotokritos okuyan bir kişiyi simgeleyen heykeli gördük.
800 YILLIK ÇARŞI
Sıra eski Kandiye’ye gelmişti.
Turumuza kentin çevresinde kurulduğu Morozini Şadırvanı’ndan başladık. Şadırvan 1629 yılında yapılmış.
Sonra hemen çaprazındaki bugün belediye sergi sarayı olarak kullanılan Defterdar Ahmed Paşa Camii’ni (Defterdar Camii) gördük.
Venedik limanına giden 800 yıllık Vezir Çarşısı’nın ağır ağır geçerken karşımıza bir zamanlar asillerin buluştuğu “Venedik Locası” çıktı. Loca, İkinci Dünya Savaşı’nda bombalanarak ağır hasar görmüş. 1960’larda aslına uygun restore edilen bina bugün belediye olarak kullanılıyor.
Türkiye dışında en geniş Osmanlı arşivinin saklandığı belediye kütüphanesini uzaktan da olsa gördükten sonra rotamızı Yunanistan’ın ünlü yazarı Nikos Kazancakis’in mezarına çeviriyoruz.
Tesadüf o gün, yani 25 Ekim 2014, Zorba, Günaha Son Çağrı ve Allah’ın Fukarası romanlarının yazarı Kazancakis’in 57.ölüm yıldönümüymüş.
Bugün Alaçatı’ndan gelen mübadillerin kurduğu derneğin kullanımına verilen Horasanizade Baba Bektaşi tekkesini de gördükten sonra son durak Avrupa’nın en eski sarayı, dört bin yıllık Knossos ören yerini ziyaret ettik. Minos uygarlığının mirası Knossos harabeleri 22 dönümlük bir alana yayılmış. Harabeler, Atina’daki Akropol’den sonra yılda 750 bin ziyaretçiyle Yunanistan’ın en fazla turist çeken yeri.
Girit’t ikinci günümüz geceyi geçireceğimiz Rethymno (Resmo) yolculuğuyla sona erdi.
“SENTEZ KENT” RESMO
Resmo’dayız.
Gece yağan yağmur kesilmiş.
Hava kapalı, deniz dalgalı.
Yine erkenden kendimi sokaklara atıyorum.
Amacım, mübadele öncesi Resmo’nun ileri gelenlerinden, İstanbul’da da adına koru ve köşk olan Ali Vafi’nin evini bulmak.
Bugün kafe olarak kullanılan evi buluyorum, aniden bastıran yağmurla iliklerime kadar ıslanmak pahasına.
Kahvaltıdan sonra Kandiye’de olduğu gibi yine kenti dolaşmaya çıkıyoruz rehberimiz Georgios Papadopoulos öncülünde. Resmo, Venedik dönemiyle Osmanlı döneminin bir sentezi gibi. İlk gördüğümüz camisiz minare oluyor. Valide Sultan Camii’nin minaresi evler ve işyerleri üstünden kendini gösteriyor. Belli ki cami bugün ya bir konut, ya da işyeri.
Sonra sırasıyla aslı Venedik Locası olan ve bugün arkeoloji müzesi olara kullanılanHacı İbrahim Ağa Camii’yle, 33 metrelik minaresi restore edilen ve bugün folklor müzesi olan Gazi Hüseyin Paşa (Narece) Camii’ni, Venedikliler dönemin yapılanRimondi Çeşmesi’ni, Osmanlı-Venedik kapısını ve Resmo Kalesi’ndeki Sultan İbrahim Han Camii’ni görüyoruz. Kaledeki caminin mihrabı duruyor.
HANYA’DA OSMANLI İZİ
Resmo’dan üçüncü günü ve geceyi geçireceğimiz Chania’ya (Hanya) gidiyoruz.
Otele yerleşmenin telaşını atlattıktan sonra ver eline Hanya deyip kenti dolaşmaya başlıyoruz.
Hanya, Osmanlı’nın izlerini taşıyan bir kent.
Venedik tersanelerinden sonra Girit’teki en eski camiyi kiliseden çevrilme değil de 17.yüzyılın ikinci yarısında sıfırdan cami olarak yapılan Yalı Camii’ni diğer adıyla Küçük Hasan Paşa Camii’ni geziyoruz. Sergi salonu olarak kullanılan caminin mihrabı duruyor.
Hanya’daki gördüğümüz bir başka cami de manastırken camiye çevrilen Ağa Camii. Bu cami şimdi depo.
Ve çan kulesi ve minaresiyle dikkat çeken Hünkâr Camii.
Cami, zamanında Aziz Minas Katolik Kilisesiymiş. Girit’in alınışından sonra camiye çevrilen bu ibadethane bugün Ortodoks kilisesi.
Hava karardığı için geziyi noktalayıp otele dönüyoruz.
Ertesi gün “ada vatan”daki son günümüz.
Ama daha gezilecek yerler var.
Önce otelimizin karşısındaki Kapalıçarsı’yı gezip Georgios’la yeniden yollara düşüyoruz.
Bugün arkeoloji müzesi olan Yusuf Paşa Camii’ni, Katolik Kilise’ni, Osmanlı hamamını, Yahudilerinin kiliseden çevrilme Etz Hayyim Sinagog’unu ve Hanya’nın Osmanlı’dan izler taşına ara sokaklarını dolaştıktan sonra otele dönüyor ve Yunanistan’ın 28 Ekim’de kutladığı “Ohi günü” törenine tanık oluyoruz.
Artık dönüş zamanı.
İstanbul’a dönüş yolculuğu başlıyor.
Ama uğranacak iki yerimiz daha var.
İlk molayı Yunanistan’ın başbakanlarından Elefterios Venizelos’un Hanya’yı kuşbakışı görentepedeki mezarında veriyoruz.
Daha sonra son durağımız Venedik döneminde Girit’te doğan ressam ve heykeltıraşEl Greco’nun ailesinin yaşadığı Kodele köyüne uğruyoruz. Ailenin yaşadığı ev bugün müze.
Köyde kısa bir dinlenmenin ardından anı eşyalarımızı alıp Hanya Mevlevihanesi’ni bir başka Girit yolculuğunda görmek umuduyla İstanbul’a dönmek üzere Kandiye’ye gidiyoruz.
……..
(*)Dokuz Eylül Üniversitesi öğretim üyeleri Prof. Nüket Adıyeke ve Yard. Doç. Dr. Nuri Adıyeke.