Türkiye’de Ulusal Ekonomi’nin Oluşumu Ve Bu Süreçte Mübadele’nin Rolü
Osmanlı’dan Cumhuriyete uzanan tarih sürecinin son yüzyılının, Türkler’in uluslaşma süreci olarak yorumlanmasının tarihsel anlamı güçlü ve derindir. Uluslaşma sürecini hızlandıran ve besleyen, çok sayıda tarihsel etken bulmak olanaklıdır. Bu etkenlerin en güçlülerinden birisinin de, 30 Ocak 1923’te imzalanan ve bu tarihten sonra uygulanmasına başlanan büyük mübadele olduğu söylenebilir. Bu tarihsel olgu, yalnızca büyük nüfus kitlellerinin, zorunlu olarak Türkiye’den ayrılıp Yunanistan’a, Yunanistan’dan da ayrılıp Türkiye’ye gelişleri ve yeni gittikleri topraklara yerleşmeleri olarak düz bir mantıkla görülüp yorumlanmamalıdır. Olgunun etkileri, hem tarihsel sorunların çözülmesi açısından, hem de sonradan neden olduğu toplumsal, kültürel, siyasal ve ekonomik gelişme süreçlerine etkisi açısından çok daha kapsamlı ve derindir. Sorun, olayın “zorunlu bir göç” olması nedeniyle, yalnızca insan hakları açısından da ele alınıp irdelenemez; hatta, tarihsel zorunluluktan ortaya çıkan olguyu, insan haklarına bir müdahele olarak görüp tanımlamak, belli bir noktaya kadar anlamlı olsa bile, gene de özünü ve koşullarını açıklamak için yeterli değildir. Oysa, bu denli kapsamlı tarihsel olgunun, sözkonusu boyutlarını, en azından araştırma yöntemine kolaylık sağlaması yönünden, gene de ortak bir siyasal-kavram zeminine oturtmak olanaklıdır. Bu ortak zemin, “ulusallaşma” kavramı olarak görünmektedir.
Bu yazıda amaçlanan, ulus kavramından hareket ederek, sözkonusu tarihsel olgunun, siyasal bir kavram olarak ulusalcılık yönünü ele alıp irdelemek değil, Türkiye’nin ulusal bir ekonomi yaratmadaki etkilerini irdelemek ve bu sürece -olumlu, olumsuz- katkılarını ortaya koymaktır.
Büyük Mübadele’yi gerekli kılan koşulları birbirine bağlı iki noktada toplamak olanaklıdır: 1- Dünyada ve geç de olsa Türkiye’de siyasal bir rüzgar olarak esen uluslaşma kavramı; 2- Kurtuluş Savaşı’nın sonunda, Rum nüfusun, Türkler’in kendilerinden işgal yıllarının öcünü alacağı korkusuyla Türkiye’yi terketmeleri…. Bu iki olgudan özellikle birincisi, ikincisini de besleyen nedenlerin başında gelmiştir. Karşılıklı olarak Türkiye’den Yunanistan’a; Yunanistan’dan da Türkiye’ye göçetmek zorunda olan insanların sayısı 1.700.000’dir. Türkiye’yi terkeden Rum sayısı 1.200.000; Yunanistan’ı terkederek Türkiye’ye gelen insan sayısı da 500.000 kadardır. Türkiye’yi terkeden Ortadoks Rumlar’ın, yüzde sekseni kent kökenli olup, yüzde yirmisi kırsal kökenli göçmenlerden oluşmaktaydı. Yunanistan’dan ayrılıp Türkiye’ye gelen göçmenlerin ise yüzde yetmişi kırsal kökenli olup, ancak yüzde otuzu kent kökenli insanlardan oluşmaktaydı. Yunanistan’a göçeden göçmenlerin, başta mesleki dağılımları ve eğitim-kültür düzeyleri olmak üzere, değişik yönden oransal durumlarını gösteren ayrıntılı incelemeler yapılmış olmakla birlikte, Türkiye’ye gelen Müslüman göçmenler için bu tür incelemeler yapılmamıştır. Oysa, Türkiye’nin kültürel, ekonomik, siyasal ve toplumsal gelişme süreçlerinin oluşumunda, bu göç eden kitlelerin katkılarını algılayabilmek için, değişik yönlerden topoğrafyalarının yapılması son derece yararlı olabilirdi.
Bilindiği gibi, Türkiye cumhuriyet döneminde ulusallık özelliği ağırlıklı olan bir ekonomik gelişim süreci yaşamıştır. Bu sürecin, sonuçları açısından son derece olumlu sonuçlar getirdiği söylenebilir. Bu sürece, mübadele göçmenlerinin olumlu-olumsuz katkıları neler olmuştur?
Bu noktada, öncelikli olarak, Ortadoks Rumlar’ın Türkiye’yi terketmesiyle, Türkiye’de oluşan ekonomik boşluğun derinliğine dikkat çekmek gerekmektedir. Çünkü, Anadolu ve Doğu Trakya’da yaşayan 1 milyon 200 bin Rum, Türk-Yunan Savaşı’nın bitiminde, taşınır-taşınmaz mallarını terkederek, Türkiye’yi terketmiştir. Bu malların oransal dökümü ne yazık ki, düzenli olarak yapılamamıştır. Türkiye’den ayrılan Rumlar, kendi ekonomik becerilerini Yunanistan’a aktarırlarken, Türkiye’ye gelen Türkler de, Yunanistan’daki ekonomik becerilerini Türkiye’ye aktardılar. Örneğin Türkiye’den ayrılan Rumlar, halıcılık sanatını Yunanistan’a aktarırken, Türkiye’ye gelen Müslümanlar da, tütün üretiminde, -göreceli de olsa- ileri derecedeki becerilerini Türkiye’ye taşıdılar.
Türkiye’de nüfus, bu göçlerin sonunda, kültür açısından belirgin bir homojenleşmeye ve özdeşleşmeye uğrakıştır. Böylece, Türkiye’de halkın ulusçu özellikleri pekişmiştir. Türkiye’de, İttihat ve Terakki’den buyana gözlemlenebilen ekonomik alanda uluslaşma süreci, belirgin bir biçimde en fazla, mübadele göçlerinin sonunda büyük bir ivmeye ulaşmıştır. Üstelik bu olgu, kendi bilek gücü ve birlik ruhuyla bağımsızlık ve özgürlüğüne kavuşmuş bir ulusta, kabarmış ulusçu duygularla birleşerek, çok daha etkili bir nitelik kazanmıştır. Örneğin, Mübadele, İmar ve İskan Vekaleti’nin kurulmasından sonra bu vekaletin ilk vekili olan İzmir Mebusu Mustafa Necati, göçmenlerin daha taşınarak Türkiye’ye getirilme aşamasında bütünüyle ulusal şirketlerden yararlanma çabası içine girmiş; vekaletin elindeki bütçeden önemli bir kaynağı, o zamanki Seyr-i Sefain idaresine vapur alımı için verebilmiştir. Mustafa Necati’nin dönemin litaratürüne yansıyan konuşma ve söylevlerinde, bu ulusçu söylemi hir zaman görmek olanaklıdır. Bir anlamda bu ulusçu duygular ve uygulamalar, pek zor olan ekonomik koşullara karşın, yine de bu devasa sorunun en az zararla atlatılabilmesi için önemli bir etken olmuştur. Bunun sonuçları, Türkiye’de ulusal ekonominin kurulması yönünde olumlu katkılar sağlayabilmiştir. Çünkü, dönemin üretim oranlarında, göç öncesinde var olan üretim düzeyine, bi iki yıllık bocalamadan sonra kolayca ulaşılabilmiştir.
Gelen göçmenler, değişik toplumsal katmanlara mensup bulunuyorlardı. Kentli, kasabalı ve köylü göçmen grupları içerisinde çiftçi, memur, zanaatkar, tüccar, işçi (amale), doktor, polis, postacı, öğretmen, terzi, saraç, oduncu, şoför, fırıncı, marangoz, kayıkçı, kunduracı gibi değişik meslek mensupları bulunuyordu.
Böylece, 1925’lerde Türkiye, gerek ulusal kaynaklara dayanarak gerçekleştirdiği yatırımlar ve politikaların olumlu katkıları yanında, sosyal-antropolojik yönden, Türkiye’nin koşullarına -kimi sorunlara karşın- uyum sağlayabilmiş göçmen kitlelerin de katkılarıyla, bütünüyle ulusal özelliği olan kaynaklarla, eski üretim düzeylerini aşmıştır.Tütün ve kuru üzümün, 1923’ten 1929’a kadar dışsatımının yüzde kırkını oluşturduğu düşünülürse, bu ürünlerin üretiminde uzmanlaşmış bir nüfusun komşu bir ülkeye gitmesiyle doğan dışsatım rekabetinin boyutu kolayca anlaşılabilir. Nitekim, en önemli üzüm üretim merkezlerinden birisi olan İzmir’de genel savaş öncesinde üzüm üretimi 62.500 ton iken, bu 1922 yılının sonunda 25.900 tona düşmüş; 1923’te 36.608’e yükselmiş; 1924’te 49.000, 1925’te 30.000 1926’da 35.500, 1927 yılında da 48.000 ton olarak gerçekleşmiştir. Göçmen Türkler’in getirilmesi ve üretici duruma sokulmasıyla, ilerleyen yıllarda üzüm üretimi gittikçe artmıştır. Yabancı ekonomi uzmanlarının, Rum nüfus boşalmasından sonra, özellikle Türkiye’nin Ege bölgesinin eski ticari canlılığı yitireceği yolundakı savlarını çürütmek için, ulusal coşkuyla yoğrulmuş çabaların önemli bir yeri olmuştur. Rumlar’ın Türkiye’yi boşaltmalarıyla, küçük zanaat dallarında önemli boşluklar yaşanmıştır; “Rumlar’ın Anadolu’dan ayrılmaları ile… yer yer ev inşaa edecek, dam aktaracak ya da araba tekerleği yapacak usta bulunamamıştır”.